Adam Gibi Adam Olmak ve Devlet Adamı Nedir ve Kime Denir?

Adam Gibi Adam Olmak ve Devlet Adamı Nedir ve Kime Denir?

Halk arasında kullanılan ve hemen hemen herkesin de bildiği bir deyim vardır; “Oku adam ol baban gibi eşek olma..”

Bir metin yazarken, duygu ve düşüncelerimizi açık, net ve anlaşılır bir şekilde ifade etmek, kullandığımız cümle yapısındaki ve duraklama yerlerini göstermek, okuma ve anlaşılmasını daha da kolaylaştırmak, sözlerimizin vurgu ya da ton gibi özelliklerini belirtmek için adına “Noktalama İşaretleri” denilen bazı işaretler kullanırız.

Cümle içinde bu noktalama işaretleri ait oldukları kelimelere mutlaka bitişik yazılmalıdır ki bunu oraya koymamızın maksadı hâsıl olsun.

Örnek olsun diye “Oku adam ol baban gibi eşek olma..” deyimini ele alalım. Bu cümlede noktalama işaretlerinden birisi olan virgül (,) konulduğu yere göre o cümlenin genel anlamını direk etkilemekte.

Takdir edersiniz ki; “Oku adam ol baban gibi, Eşek olma..” ile “Oku adam ol, Baban gibi eşek olma..” cümlesi “Kastettikleri şey itibariyle” farklıdırlar değil mi?

Aynı şu cümlede olduğu gibi: “İhtiyar adama seslendi.” Ya da “İhtiyar, adama seslendi.” Buradaki noktalama işareti sayesinde kimin kime seslendiğini ayırt edebiliyoruz.

Konuya bu örneklerle giriş yapmamdaki maksadım elbette ki “Noktalama işaretleri” ni size tekrar hatırlatmak değildir.

Bu cümle içinden cımbızlayıp alacağım “Adam Olmak” deyiminin kalıcı olarak hafızanızda yer etmesi ve bu konudaki düşüncelerimi tadımlık da olsa sizinle paylaşmaktır.

Adam olmak belki erkekleri kasteden ya da erkeklerle alakalı bir sıfat gibi görülebilir.

Hatta birileri buna çocuğunu sünnet ettirdiğinde dediği “Şimdi erkek oldu, şimdi adam oldu vs.” misali “Cinsiyetin bariz bir ifadesi” de diyebilir.

Keza bu husus kişinin boyu bosu ya da yaşı ile de alakalı bir husus değildir. Çünkü etrafımıza şöyle bir göz gezdirdiğimizde otuzlu kırklı yaşlarına gelip hala adam olmayı başaramayan nice kişiler görmekteyiz değil mi?

Bu terkipte kastedilen şey aslında kişilik ve şahsiyetle alakalı bir husustur. Çünkü tarihte gördük ki nice cinsiyeti erkek olmayan ama “Adam gibi adam” olan Hz. Hatice (ranha), Hz. Sümeyye (ranha) gibi kadınlar analar oldu.

Adam olmak dosdoğru yani dürüst olmaktır. Söz ağızdan bir kez çıkar deyip, O sözün arkasında durmak ve sözünün eri olmaktır.

Adam olmak, kişilerde ya da toplumda gördüğü bir yanlış söz ve yanlış davranış karşısında hiç kimsenin kızması veya kınamasından çekinmeden hakkı söyleyebilmektir.

Adam olmak, yeri geldiğinde ya da gerektiğinde malını ve canını inandığı değer uğrunda ortaya koyabilmektir.

Adam olmak, kibirden, gururdan, “ben ben” demekten uzaklaşıp tevazu ehli olmaktır.

Yine Adam olmak, bir zulüm bir haksızlık gördüğünde susmayıp sorumluluk duygu ve bilincinin kendisini motive etmesiyle harekete geçmek ve o zulmü ve zalimi def etmektir.

Kısacası Adam olmak tüm insani değerlere sahiplenmek, onlarla sıfatlanmak yani bir asalet sahibi olmaktır.

Bu insani değerlerin tümünü uhdesinde bulunduran, Dünya ve ahiret eksenindeki gidişatımızda bizi Adam eden dini değerlerimize gelince;

Mademki “Elhamdülillah Müslümanım” diyoruz o halde Adam olmak anlayış ve kabulümüzde Peygamberleri özellikle de son Peygamber Muhammed Mustafa (sas) efendimizi örnek almalıyız.

Çünkü gerçekten “Adam gibi Adam olmak” isteyenlerin önünde en mükemmel örnek bir şahsiyetler olarak Peygamberler, ve uyulacak yegane kitap olarak da Kur’an durmaktadır.

Adam olmak kavramının çapını biraz daha büyültüp daha çok şeyler söylemek yazmak çizmek mümkündür. Ben şimdilik bu kadarla yetinmek istiyorum.

Ama önemine çok çok inandığım bir hususta kaleme alınmış harika bir makaleyi de burada alıntı yapıp sizinle paylaşmadan duramayacağım.

O da “Devlet Adamı” deyimidir.

Gelin şimdi bu güzel makaleyi birlikte okuyalım. Kaleme alan kardeşimizden Allah (cc) razı olsun. İnşaAllah bu makale birilerinin de artık uyanmasına vesile olur. Saygılarımla

Kardeşiniz Bekir Yetginbal

Devlet Adamı Nedir ve Kime denir?

İnsanların çoğu Devlet Adamı’nı bir idareci veya “Devlette hükmetme işlerini doğrudan doğruya yöneten her hangi bir kimse” sanmaktadırlar.

Devlet başkanı, Bakanlar ve buna benzeyenlere “bu vasfı” vermekte ve bunlardan başkasının “Devlet Adamı” vasfına sahip olmadıklarını kabul etmektedirler.

İnsanları Devlet Adamı ve Vatandaş olarak iki sınıfa ayırmakta ve Devlette bütün memurları ve müstahdemleri ikinci sınıfta göstermektedirler.

İnsanlarda mevcut Devlet Adamı anlayışı ve manası hatalı bir anlamadır. Bir idareci, Devlet Adamı vasfını hak etmiş olabilir veya olmayabilir.

Vatandaş kendi arazisinde bir çiftçi veya fabrikada bir işçi veya bir tacir veya bir öğretmen olarak, Hükmetme işlerinden hiçbirisini deruhte etmese bile, aynı anda bir Devlet Adamı olabilir.

Peki o halde Devlet Adamı nedir yada kimdir?

Devlet Adamı; İcat edici siyasi bir lider olup, Hükmetme zihniyetine sahip, Devlet işlerini idare edebilecek, Problemleri çözebilecek, Özel veya genel ilişkilerde hükmedebilecek her adamdır.

İşte, Devlet Adamı budur.

Ve O bir yönetici, idareci olmasa ve hükmetme işlerinden herhangi birisi deruhte etmese bile insanlar arasında bulunabilir.

İslam Devleti, Hicretin birinci senesinde kurulduğu günden beri kendi zihniyetinde, nefsiyetinde ve davranışlarında bu vasfı taşıyan adamlardan oluşan kalabalık bir cemaati kendi bünyesinde taşımakta idi.

Bu hal altı yüzyıldan fazla yani, Abbasi Devletinin sonuna kadar sürmüştür. “Hükmedici zihniyete sahip” böylesi kişilerin yetişmesinde kıtlık başlamasına rağmen, On birinci yüzyılın (miladi on sekizinci yüzyıl) ortasına kadar Devlet Adamı vasfına sahip olan kişilerden hiç mahrum kalınmadı.

Fakat gerçek manada Devlet Adamı olarak adlandırılabilecek adamların sayısı çok çok azaldı.

Ve İslam Devleti yıkılınca, kıtlık meselesinden öte Devlet Adamı yetiştirebilecek özelliklere sahip toprak de yok olmuş oldu.

Artık İslam ümmeti, hükmetme zihniyetine sahip büyük adamlar çıkaramadı. Ve ümmet içinde onların varlıkları tükendi.

Devlet adamının yetiştiği ümmete gelince:

O ümmet, kendi pratik hayatında, iç ve dış ilişkilerinde hükmetme fikrine sahip olacak, kendi sınırları dışında bulunan bütün insanların da işlerini güdecek ve

Onların problemlerini kökten çözecek, tüm sorumluluk ihsanını taşıyacak veya halklar arasında kendi zati kıymetini yakinen hissettirecek lider yetiştiren ve

Bütün dünyada yüksek bir seviyede bulunan bilhassa liderlik merkezinde olmak için uğraşan ümmettir.

Devlet Adamı ve “Hükmetme zihniyetine sahip” olanları bünyesinde yetiştiren verimli toprak işte bu topraktır. Bunun varlığı, Osmanlı İslam Devleti yıkıldığından beri maalesef yok oldu.

Artık ne ümmet bu sınıf insanları doğurmağa geri dönebildi ve ne de ortada onları yetiştirme gücüne sahip olan o toprağın mevcudiyeti kaldı.

Bu ümmet şimdiye kadar “Külli fikirlerin” en azametlisine, yani Kâinat, İnsan ve Hayat hakkında külli bir fikir olan “Akide”nin en üstününe,

Müslüman için hayatta saadet yönünü gerçekleştirecek özel fikirler, görüşlere ve hayatı en mutena vaziyette yaşayabilmek için Müslümanları “yeniden yükseltecek” en seçkin bir Hadarete ve fikrin en yüksek mertebelerin hepsine sahip olmasına rağmen,

Ne “Pratik bilgileri” ne de “Tatbiki yönü” hayattan alınmayan, aksine kitaplarda mevcut mücerret felsefi fikirlere ve

Âlimlerin kafasında ezberlenmiş bilgiler olarak bulunan çeşitli fikirlere sahip insanlar bulunsa da, Devlet Adamı yetiştiren o verimli toprak artık yok oldu.

İşte bundan dolayı artık insanlar arasında bu sınıfın yeniden vücut bulması ve mevcut olması tabi olarak çok nadir olacaktır.

Bir Müslüman “Siyasi fikirler” ve “Liderlik mefhumları” ile bolca beslenmedikçe “Siyasi Liderliğe” nasıl sahip olacaktır.

Sorarım size “Benzetmeye ya da benzemeye çalışırken” ve “Taklitçilik peşinde soluyarak koşarken” “İcat Edicilik” ona nereden gelecektir.

Ona göre Hükmetme; Sorumluluk değil “sadece ufak bir görev” ve Riayet etme değil “Bol bir ganimet, “Büyük devletlerle yarışma ve onlara karşı çıkma” değil, “Onların rızasında gözetme” olarak kabullenildiği sürece “Hükmetme fikirleri” ona nereden gelecek?

Müslüman kendilerini yeniden kalkındırabilmek için mutlaka ama mutlaka içlerinden Devlet Adamı çıkartma ve onları çoğaltma yolunu aramalıdırlar.

Ama unutmayalım ki bu iş; İslam Akidesiyle yani, kâinat, insan ve hayat hakkında külli düşünce üzerine inşa edilen “Siyasi İslam Kültürü” ile kendilerini kültürleştirmedikçe asla tamamlanamaz.

Bu kültür Müslümanların hepsini kapsadıkça ve onun vakıası hâsıl oldukça Devlet Adamı yetiştiren toprakta böylelikle bulunmuş olur.

Böylece Devlet Adamı verimli bir şekilde tekrar yetişmeye başlar ve bu adamlar ne zaman var olurlarsa işte O zaman kalkınma da olur. Ve artık değişme başlamıştır veya başlamak üzeredir.

İçinde Devlet Adamı bulunacak hava veya durum işte budur.

Her bir idarecinin Devlet Adamı olması beklenemez. Beklenmemeli de.

O, “Seçimlerle gelen” veya “Askeri bir darbe ile getirilen” veya kendisini hükmetme mevkiine “Parasının çokluğu ile yükselten”, etrafında “Ne olacağını idrak etmeyen” ve “Burun ucunun gerisinde olanı hiç göremeyen” birisi değil, Ancak ümmet içinde önceden yetişmiş “İcat Edici Zihniyete” sahip siyasi kişi liderdir.

Bir Devlet Adamı’nın Hükmetme mevkiine nasıl geleceğinin yolu ise şöyledir:

Evvela çevresinde bulunanlara kendisini gönülden kabul ettirip, daha sonra kendi beldesi ve ikliminde de bunu kabul ettirecek ve bilahare ehliyet ve kudretiyle şöhret kazanıp hüküm mevkiine tayini yapılacak veya “Seçim yoluyla” devletteki o Hükmetme makamına ulaşacaktır.

İşte bu ancak muhlis devletlerde ve uyanık halklarda olur.

Lakin şu anda İslam dünyasındaki gibi karton devletlerde uygulanan şey, bir Devlet Adamı’nın Hükmetme makamına ulaşmanın yolu;

Öncelikle insanların liderliğini almak için uğraşmak sonra da mevcut iktidarı düşürüp tüm işleri kendi eline geçirmek için onu tenkit edecek güçlü bir kitle veya en etkili bir kuvveti toplumda bulundurmaktır.

Müslümanlar İslam’ı tatbik ettikleri ve Onunla kültürleştirildikleri dönemlerde, Devlet Adamı vasfına sahip olanlardan binlerce kişi yetişti.

Bunlar ister Ömer, Ali, Mutasım, Selahaddin ve Fatih Sultan Mehmet gibi iktidarda, ister İbni Abbas, Ahmet İbni Kays Ahmet İbni Hambel ve İbni Tevmiye gibi tebaa konumundaki fertlerden olsunlar.

Çünkü bunların hepsi İslam akidesinin içinden çıktılar. Ve hepsi de onun siyasi yolunda yürüyorlardı.

Bütün insanların hidayete ermesi için, dâhilde bulunanlardan ziyade İslam Devletini onlara da tebliğ etmeyi ve onlar üzerinde İslami tatbik etme sorumluluğunu hissediyorlardı.

Ömer İbni Hattab‘ın Irak arazisinde bir hayvan yere düşerse, onun yolunu ben neden düzeltmedim diye Allah’ın bana soracağından korkuyorum. Dediğini duyduk.

Ve Rum arazisinde bir Müslüman kadının “Ey Mutasım” diye çağırdığı Mutasıma bu feryat ulaştırılır ulaştırılmaz ona yardım için hemen ayağa kalkıp kendi komutası altında bir ordu hazırlayıp Rum İmparatorunun doğum yerini işgal edinceye kadar beldelerini fethederek ülkelerine girdi.

Ve İmam Ahmet İbni Hambel’e “Kuran’ın yaratılmış/mahlûk olduğunu” söyletmek için onu sıkıştırmağa ve dövmeğe teşebbüs edildi. O ise “onu söyleyip Müslümanları saptırmamak, sapmalarına vesile olmamak” için dayak ve hapishaneyi tercih ediyordu.

İşte bu gibi sorumluluk ihsası Devlet Adamı için zaruri bir şarttır.

Lakin bu günlerde Müslümanlar çok çeşitli hastalıklara tutuldular. Önem bakımından bunlar içinde en hafifi ve en az olanı Devlet Adamlarını kaybetmeleri değildir.

Bugün ümmette Devlet Adamı kaybolunca malumunuz olan bu günkü idareci ve icraatçılar ortaya çıktı. Ve bunların hepsi de herhangi bir yönüyle asla Devlet Adamı vasfına sahip değildirler.

Onlar; Ümmetin maslahatlarını yürütmek için “Plan çizmek ve düşünme gücüne” asla sahip olmadıklarından “Meselelerini çözme ve yürütme işini” maalesef dünyadaki büyük devletlerin arzuları üzerine bırakıyor, Onlara, memleketlerinin geleceğinde tasarruf etmekte serbest davranma imkânları veriyorlar.

Öyle ki, bu idareciler birer memur veya birer ırgat gibi oldular.

Bu şartlar altında malum büyük devletler Sosyalizm, Kapitalizm, Vatancılık ve Milliyetçilik fikirlerini yaymaya ve ilişkilerde ölçü yapmaya başladılar.

Gerçek silah ile sahtesini karıştırıp ve onların evet dediklerine evet, hayır dediklerine hayır diyen de odur.

Böylece düşünme ve hükmetmede asalet yok oldu. Aciz ve zayıflara mahsus taklit asrı doğdu.

Ve kerim olan Resul (sav)’in

“Sizden öncekilerin yollarını kol kol, karış karış takip edeceksiniz, hatta onlardan birisi bir kerten kelenin deliğine girse sizde girecek ve onların birisi yolda kendi kadınıyla münasebette bulunsa sizde bunu yapacaksınız”, kavli gerçekleşti.

İdareci ve insanların çoğunun problemlerini çözen ve davranışlarını düzenleyen düşünüşleri, bu gün artık İslam akidesinden çıkmamaktadır.

Onlar batı fikirlerine meylettiler ve galip devletlerin hükmetme fikirlerini okudular.

Bu idareciler okudukları o kitaplara öylesine bağlandılar ki, idrak etmeden ve anlamadan okuduklarını papağan gibi tekrar etmeğe başladılar.

Bu fikirler Kapitalist ve Sosyalist bir toplumda uygun olsa bile İslam ümmetinde asla uygun olmaz.

Hatta bu devrede Enver Sedat gibi bir idareci çıkıp İsrail‘e yaptığı çirkin ziyareti sırasında ve sonra; utanmadan Hadaret, Hadaretleşme, Nefis duvarını yıkma, Kutsal görev, Siyasi şecaat ve Tarihi ziyaret kelimelerini tekrarlamaya başladı ve şairin dediği:

‘’Ben son zamanda gelmiş olduğum halde’’

‘’Benden öncekilerin yapmadıklarını yapacağım,’’

Mısralarına bürünerek Devletlerarası ilişkilerde güya “yeni bir açılım” yapmış olduğunu ve “öncekilerin hepsinden daha ileri gittiğini” gururla iddia edip “bütün kıymetleri, ölçüleri ve sözleri” tersine çevirdi.

Onun indinde “Zillet’in adı oldu hadaret”, “Hıyanet ve İsrail’i tanımak ise çok kutsal bir görev”, “Alçaklık ise adeta şecaat” oldu.

Bundan önce hiç bir hain, Devletlerarası ilişkilerde böyle bir fiili yapmaya cüret edememişti.

Bu zındık, “kendi halkını, ümmeti, dinini ve vatanını” hiçe saydı.

Bu dönemde bir de kendi halkı için endişe edeceği yerde kendi halkından korkan Hüseyin gibi bir idareci çıktı ve 1970 senesi Eylülünde Müslümanlara vahşice vurdu.

Ki o şayet isterse Yahudi Liderlerini kendi halkından korktuğu için gizlice ziyaret eder. Sanki Akabe ehlinin gözleri kördür.

Bu gibi zelil idareciler, kişi yahut ümmet kıymetini ne düşünme ve nede davranışlarında ihsas edecek liderler değildirler.

Hepsi de Devlet Adamı vasfı ile asla vasıflanamazlar. Hepsi de değersizdirler ve Resulullah (sav)’ın onlar hakkında şu kavli gerçekleşti.

“İnsanlar için öyle aldatıcı yıllar gelecek ki, yalancıya inanılır ve sadık olan yalancı sayılır, haine emniyet edilir ve emin olan hain sayılır ve düşük adamın sesi çıkar.” Düşük adam kimdir ey Allah’ın Rasulü? Denildi. ‘’Genel meselelerde söz eden değersiz adamdır.’’ Cevabını verdi.,

Ey Müslümanlar Sizin tarihiniz İslam’la irtibatlıdır. İslam’dan önce sizler koyun veya deve için çatışan birer kabileler idiniz.

İslam Devletinden sonra ise Allah nezdinde itibarı olmayan ve değersiz şeyler için çatışacak ve çarpışacak devletçikler oldunuz.

İslam’la düşünmeye ve davranmaya başlamaz ve onu bir hükmetme nizamı ve metodu yapmadığınız müddetçe Şer tırmanışına devam edecek ve siz fasit bir dairede dolaşıp duracaksınız.

Sizin izzetiniz ancak İslam ile gerçekleşir. Sizin kaderiniz budur. Sizin için ondan kaçış yoktur.

İslam Devleti’nin sizi gölgelendirdiği zamanlarda sizden binlerce veya on binlerce Devlet Adamı vasfı ile vasıflandırabilecek insanların bulunduğu ispat edildi.

Artık bu binlerce kişiyi tekrar iade ettirmeniz zamanı geldi. Onların ortaya çıkmaları mutlaka kuvvetli ve etkili bir düzeyde olmalıdır.

Şayet bu adamlar tekrar bulunamazsa sizde hiç bir kalkınma ve değişme hâsıl olmayacaktır.

Sizde tekrar o mükemmel “Hükmetme Zihniyeti” ni oluşturmak güçlü bir siyasi liderlik hâsıl etmek ve sonra da bu düşük adamlardan kurtulabilmek için sizin İslam Kültürü ile kültürlenmeye davet ediyoruz.

Ve Devlet Adamı vasfı ile vasıflanan adamların siyasi liderliğe istidatlı ve o güce sahip nice kimselerin Allah’a hamd olsun artık bu günlerde de çokça bulunduğunu size temin ederiz.

Bu durum elhamdülillah zafer ve değişimin de artık yaklaştığına bir “işaret ve müjde” dir.

Ey Müslümanlar bu ışık; artık tekrar “Üstün bir ümmet ve büyük bir devlet haline döneceğinizin” de bir ümit ışığıdır.

Böylece sizler İslam bayrağını layık olduğu yere yükseltecek, Fetih ordularını tekrar başlatacak, İslam’ı ve onun hadaretini, bu hasta dünyaya yüklenerek, zafer müjdeleriyle tekrar harekete geçeceksiniz.

Bütün bunlar, Allah için asla zor şeyler değildir. O hükmünde galiptir.

 


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın